Read'nin Türkçesi nedir ?

Murat

New member
“Read” Ne Demektir? Bir Sözcüğün Sosyal Katmanlarda Yankısı

Bir gün arkadaş grubumuzla bir kafede otururken konu basit bir İngilizce fiilden açıldı: “Read.” Biri “okumak” dedi, diğeri “anlamak” diye düzeltti. Ben sustum. Çünkü o anda fark ettim ki, “read” kelimesi sadece bir eylem değil; kim olduğuna, nerede doğduğuna, ne kadar imkâna sahip olduğuna göre değişen bir deneyimdi.

İşte o akşam eve dönerken not defterime şunu yazmıştım:

> “Okumak herkesin hakkı ama herkes aynı sayfayı aynı gözle okuyamıyor.”

Dil ve Erişim: Okumanın Sosyal Anatomisi

“Read” kelimesinin Türkçesi “okumak”tır, evet. Ama toplumsal yapılar içinde “okumak” yalnızca harfleri çözmek değildir. UNESCO’nun 2023 verilerine göre dünyada 750 milyon yetişkin okuryazar değil; bunların üçte ikisi kadın. Türkiye’de ise kırsal bölgelerdeki kadınların %14’ü hâlâ okuma-yazma bilmeyenler arasında.

Bu rakamlar, “read” fiilinin herkese eşit anlam taşımadığını gösteriyor. Okumak bir ayrıcalık, bazen de bir direniş biçimi olabiliyor.

Sosyolog Pierre Bourdieu’nün “kültürel sermaye” kavramını hatırlayalım: Eğitim, dil bilgisi, kitaplara erişim, hatta sessiz bir çalışma alanı bile eşitsizlik üreten unsurlar haline gelebiliyor. Dolayısıyla “read” bazen bir eylem değil, bir statü göstergesi oluyor.

Forumda bir kullanıcı şöyle yazmıştı:

> “Benim için okumak, kendimi kanıtlamanın tek yoluydu. Erkek kardeşim okula giderken ben evde bulaşık yıkıyordum. Şimdi 35 yaşındayım, ilk kez bir romanı baştan sona bitirdim. Bu sadece okumak değil, nefes almak gibiydi.”

Toplumsal Cinsiyet: “Okumak” Kimin Hakkı?

Toplumsal cinsiyet rolleri, “read” eylemini doğrudan etkiliyor. Tarih boyunca kadınlar, özellikle patriyarkal toplumlarda, okuma-yazma öğrenme hakkı için mücadele etti.

Afganistan’daki kız çocuklarının eğitim yasağı, İran’daki kadın üniversitelilerin kısıtlamaları, hatta 19. yüzyıl Osmanlı’sında kadınlara özel okul açılmasına yönelik tartışmalar — hepsi aynı temele dayanıyor: Okumak, düşünmek ve dolayısıyla sorgulamak gücünü sınırlamak.

Kadınların empatik yönü burada devreye giriyor. Okuma onlar için yalnızca bilgi edinmek değil, kendi varoluşlarını anlamlandırmak, başkalarının hikâyeleriyle dayanışma kurmak anlamına geliyor.

Bir forum yorumunda şöyle yazılmıştı:

> “Annem hiç okula gitmedi ama benim üniversiteye gidebilmem için yıllarca çalıştı. Onun okuyamadığı kitapları ben okuyorum, her satırda onun sesini duyuyorum.”

Erkekler açısından ise “read” çoğu zaman çözüm odaklı bir araç haline geliyor. Özellikle alt sınıflardan gelen erkeklerin, eğitim yoluyla toplumsal konumlarını yükseltme çabaları, okumanın dönüştürücü gücünü ortaya koyuyor.

Bir kullanıcı şu yorumu eklemişti:

> “Benim için okumak demek, babamın inşaatta çalıştığı ellerin artık kalem tutan birine dönüşmesiydi. Okumak, yoksulluğa karşı ilk stratejimdi.”

Irk ve Sınıf: Kimin Hikâyesi Okunur, Kimin Ki Görmezden Gelinir?

Okumak, yalnızca bireysel değil, politik bir eylemdir. Edward Said’in “Oryantalizm”inde vurguladığı gibi, Batı’nın Doğu’yu “okuma” biçimi bile bir güç ilişkisi taşır. Kimin hikâyesi “okunmaya değer”, kimin sesi “arka plan gürültüsü” sayılır?

Irk temelli eşitsizliklerde bu açıkça görülür. Siyah Amerikalı yazar Toni Morrison, “Okur hep beyaz varsayılıyor,” derken aslında dilin bile bir tahakküm aracı olduğunu söylüyordu.

Türkiye özelinde de sınıfsal farklar bu tartışmayı derinleştiriyor. Şehirdeki özel okul öğrencisi ile köydeki çok sınıflı ilkokul öğrencisinin “read” deneyimi aynı olabilir mi?

Belki biri romanın sembollerini çözmeye çalışırken, diğeri ders kitabını paylaşmak zorunda kalıyor.

Yani “read” fiili, sadece bir beceri değil, bir ayrıcalıklar haritasıdır.

Kadınların Empatik, Erkeklerin Çözümcü Okuma Biçimleri

Genellemelerden kaçınarak söylemek gerekirse, toplumsal koşullar kadınları duygusal zekâ ve empatiye, erkekleri ise pragmatik çözümlere yönlendirmiştir.

Kadınlar için okumak; duygu, kimlik ve dayanışma alanıdır. Kadın okurlar, Virginia Woolf’un “Kendine Ait Bir Oda”sında olduğu gibi, metinlerde kendi yankılarını ararlar.

Erkek okurlar ise genellikle sistematik, analitik ve çözüm odaklı bir okuma biçimi geliştirirler. Fakat bu ayrım, doğuştan gelen bir fark değil; toplumsal rollerin ürettiği bir kalıptır.

Bir forum kullanıcısı şöyle demişti:

> “Eşim romanlarda karakterlerin hislerini ararken ben hep yazarın ne anlatmak istediğini çözüyorum. Birlikte okuduğumuzda hikâye tamamlanıyor.”

> Belki de “read” kelimesinin en güzel anlamı burada gizlidir: Okumak, birlikte anlam aramaktır.

Okumak Bir Direniştir: Sosyal Eşitsizliklere Karşı Sözcüklerin Gücü

Paulo Freire’nin “Ezilenlerin Pedagojisi”nde söylediği gibi, “Okuma eylemi, dünyayı değiştirme eylemidir.”

Bu nedenle okuma, sadece bir bilişsel faaliyet değil, bir direniş biçimidir. Kadınların eğitim mücadelesi, yoksulların kitaplara erişim çabası, azınlık dillerinde yazılmış eserlerin varoluşu — hepsi birer “okuma” eylemidir, çünkü dünyayı yeniden tanımlarlar.

Türkiye’de son yıllarda yürütülen “Kütüphanesiz Okul Kalmasın” projesi veya yerel sivil girişimlerin “Kadınlar Okuyor” kampanyaları, bu eşitsizliği azaltma yönünde önemli adımlar atıyor. Ancak hâlâ asıl soru duruyor:

> “Okuma hakkı herkese tanınsa bile, herkesin sesi aynı derecede duyuluyor mu?”

Son Söz: “Read” Etmek, Yalnızca Gözle Değil, Kalple de Olur

“Read” Türkçeye “okumak” olarak çevrilir; ama bu kelimenin gerçek anlamı sadece dilsel değil, toplumsal bir eylemdir.

Bir çocuk ilk harfini çözdüğünde, bir kadın sessizce roman sayfalarında kendini bulduğunda, bir işçi akşam vardiyasından sonra gazeteyi açtığında — hepsi aynı fiili gerçekleştirir, ama her biri başka bir dünyayı okur.

Ve belki de en önemlisi şudur: Okumak sadece gözle değil, adaletle ilgilidir.

Kimin okuyabildiği, kimin susturulduğu, kimin hikâyesinin “önemsiz” sayıldığı… bunlar hep “read” fiilinin gölgede kalan anlamlarıdır.

> “Okumak bir kelime değil, bir hak mücadelesidir.”

> Peki biz, birbirimizi ne kadar okuyabiliyoruz?