İnsan! Ey İnsan… Neler Yapıyorsun Öyle Kendine?

List Mist

Member
İnsan! Ey İnsan… Neler Yapıyorsun Öyle Kendine?

Fark edilmek. Temel derdimiz bu. Çünkü o kadar kalabalıklarda yaşıyoruz ki. Çünkü her taraf kendi türümüzle öyle bir çevrili ki, karıncalardan bir farkımız olsun istiyoruz. Kalabalıklar içinde haykırmak istiyoruz: Ben! Ben! Ben farklıyım! Sahiden!
Ama fark edilmek isterken bile topluluk içerisinde kabul görme isteğinin o dayanılmaz ağırlığı… “Fark edileyim ama garipsenmeyeyim de, itelenmeyeyim de, ötelenmeyeyim de” Aslında istediğimiz hep şu: Beğenileyim, beğenileyim, beğenileyim!
Bu aralar herkeste görünür olma çabası var, farkında mısınız? Hiç beklemediğiniz kadınlar bile “Bakın ben böyle görünüyor olabilirim ama aslında ben var ya ben…” demek zorunda hissediyor sanki kendini. Yoksa başka türlü nasıl açıklansın ki yıllarca komşusu duymasın diye kolunun kırılıp da yen içine saklanan kadınların tutup en çok izlenen TV kanallarından özel hayatlarını bir anda faş etmeleri? Ya da çıkıp ortalık yerde göbek atı-atıvermeleri? Torunlarına kaydettirmeleri hatta danslarını ve sosyal medyada fenomen olmayı bir ömür bel bağladıkları değerlere tercih etmeleri?
Bu görünür olma talebinin anlaşılır ve haklı bulunur yerleri yerden göğe kadar elbette. Herkes ölümlüdür. Herkes yaşadığı kısacık ömür içinde, bir kez olsun, herkes tarafından değilse bile, tamam, hiç olmazsa bir kişi tarafından, fark edilmek ister. Ama bunu alenen ve canı acırcasına istemek, istemekle kalmamak, kendimizi öylece biçimlendirmeye çalışmak ayrıca bir yorgunluk vermiyor mu bize? İstemek zaten kendi başına yorucudur. Bir de en temel hakkımız konusunda istemek ve talep etmek zorunda kalmak… Yorucudan da öte bir şey bu.
Kendimize bir kendimiz inşa ediyoruz şimdilerde. Bir evi dekore eder gibi. Bize yakışacağını düşündüğümüz bir kimlik seçiyor, önce ürkek yengeç adımlarla yanaşıyor, o kimliğin giyimini, beğenilerini, konuşma ve davranış biçimini taklit etmekle işe başlıyoruz. Üstümüze yapıştırdığımız her parçayla o kişi olduğumuza daha çok inanıyor, içine kendimizi sığdırana dek daraltıyor ya da genişletiyor, sonra kabuğumuzu biz olarak sunuyoruz. Aslında bu noktada kabuk mu biziz, biz mi kabuğuz sorusu da anlamını yitiriyor.
Bu hayatın sunduğu kodlar içerisinden beğendiğinizi alıp üstünüze etiketlemeniz şimdiye dek hiçbir çağda bu kadar kolay olmamıştı. Elinizin altında hepsi. Üç beş kuruş harcayıp bir giysi, bir araç, belki bir ameliyat ya da beş on kitaba sahip olmaktan geçiyor yolu. Bunlarla herkesi ama aslında en başta kendinizi, olduğunuz şey olduğunuza inandırabilirsiniz sahiden de.
Ama… Ama neden?
Durup bir nefes alın. Aynanın karşısına yüzünüzü inceleyip kusur bulmak için değil, gözbebeklerinizin içine bakıp kendinizi görmeye çalışarak geçin. Hayattan istediğiniz bu kadar umutsuzca, kendinizi kurban etmeniz pahasına “fark edilmek” mi sahiden? Bunu bir kez olsun sorun kendinize.
Yoksa üzerinizdeki etiketlerin altında boğulup gidecek, belki de hiçbir zaman, aslında ne ya da kim olduğunuzu bilemeden yaşayacaksınız. Zaten fark edilir, beğenilir, sevilir olduğunuzu, yine de bunun aslında hiç de önemli olmadığını göremeyeceksiniz. En üzücü olanı da üzerinize yapıştırdığınız onca etiketin altında nefessizlikten boğulan, büyümesine izin vermediğiniz belki de herkesten daha ihtişamlı olan o kendinizi hiç bulamayışınız olacak.
Etiket giysiye bile yakışmıyor, boynumuzu belimizi rahatsız ediyor diye kesiyoruz biz onları. Değil ki, insana yakışsın.
Sevgiler,