İlahi takdir ne demek ?

Elif

New member
İlahi Takdir: Rüzgârın Yönünü Bilmek

Bir forum akşamında, kahvemi yudumlarken klavyemin tuşlarına dokunmadan önce uzun süre düşündüm. “İlahi takdir” üzerine yazmak… Ne kadar ağır, ne kadar da insana dokunan bir konu. Ama belki de bu ağırlığın altında hepimizin kendi hikâyesi var. O yüzden anlatmak istedim bir hikâyeyi — ne bir masal, ne de tamamen gerçek; ama içinde hepimizin izi var.

1. Bölüm: Rüzgârın Döndüğü Gün

Kasabanın üzerini gri bir sabah örtüsü sarmıştı. Deniz kıyısındaki bu küçük yerleşimde yaşayan Elif, elinde kahvesiyle pencereden dışarı baktı. Rüzgârın yönü değişmişti. Annesinin hep söylediği bir söz geldi aklına:

“Rüzgâr yön değiştiriyorsa, kader de bir şey söylüyordur.”

O sırada aynı kasabada, limanda çalışan Murat, geminin motorunu kontrol ederken rüzgârın yönünü fark etti. Ama onun tepkisi farklıydı. “Rüzgâr değiştiyse yelkeni de değiştiririz,” dedi kendi kendine. Elif duygularla sezdiği şeyi, Murat akılla planlıyordu.

İki insan, aynı rüzgârın altında, farklı biçimlerde ‘ilahi takdir’in dokunuşunu hissediyordu.

2. Bölüm: Yolların Kesiştiği Akşam

Kasaba halkı o akşam eski taş binada bir tarih seminerinde toplanmıştı. Konu: “Osmanlı döneminde kader anlayışı ve insan iradesi.” Elif, yerel bir dergide çalışan bir yazar olarak notlar alıyordu. Murat ise arkadaşının ısrarıyla gelmişti, ama zihni hâlâ denizdeki dalgalarla meşguldü.

Konuşmacı, tarihçi bir kadın olan Prof. Derya idi. Onun sözleri, salonda yankılandı:

“İlahi takdir, pasif bir bekleyiş değil; insanın iradesiyle dokunan bir kumaştır. Osmanlı düşünürleri, bunu ‘tevekkül ile sebat’ dengesiyle açıklardı. Yani, Tanrı’nın yazdığını beklerken insanın kalemi elinde tutması gerekir.”

O anda Elif’in gözleri Murat’la kesişti. İkisi de kendi iç dünyasında aynı soruyu sordu:

“Ya ilahi takdir, bizim seçimlerimizi de kapsıyorsa?”

3. Bölüm: Akıl ve Kalbin Diyaloğu

Seminer sonrası kasabanın dar sokaklarında yürürken, Elif ve Murat sohbet etmeye başladılar.

“Sen kaderi nasıl görüyorsun?” diye sordu Elif.

Murat omuz silkti. “Ben kaderi, plan yapılırken hesaba katılması gereken değişkenlerden biri olarak görürüm. Tıpkı rüzgâr gibi. Hesap edersin, ama yön değiştiğinde uyum sağlarsın.”

Elif gülümsedi. “Benim için kader biraz daha... ilişkisel. İnsanlarla, olaylarla örülmüş görünmez bağlar gibi. Bazen biriyle tanışırsın, sadece o an için yaratılmış gibi olur.”

Bu diyalogda iki dünyanın dengesi vardı. Murat’ın stratejik aklı, Elif’in empatik kalbiyle çatışmıyor, aksine birbirini tamamlıyordu. Bu, kadınla erkeğin farklı ama eşdeğer güçlerinin bir yansımasıydı.

4. Bölüm: Tarihin Aynasında Takdir

Ertesi gün Elif, dergi için bir makale yazmak üzere Osmanlı arşivlerinden aldığı notlara göz atıyordu. 16. yüzyılda yaşamış mutasavvıf İbn Kemal’in şu satırları dikkatini çekti:

“İrade, kaderin gölgesi değil, onun aynasıdır.”

Bu cümle, onun zihninde yankılandı. İnsanın kendi seçimleri, aslında ilahi planın bir parçası olamaz mıydı? Murat’a mesaj attı:

“Belki de kader, bizi değil; biz kaderi yönlendiriyoruz, farkında olmadan.”

Murat limandan yazdı: “Belki ikisi de doğru. Deniz nereye akarsa aksın, yelken açmayı biz seçiyoruz.”

Bu kısa mesajlaşma, insanlık tarihinin kadim tartışmasını iki basit cümlede özetliyordu: İlahi takdir mi, insan iradesi mi?

5. Bölüm: Kayıp Defterin Sırrı

Bir hafta sonra kasabada bir fırtına koptu. Eski taş bina, yılların yorgunluğuna dayanamadı ve çatısından bir kısım çöktü. Ertesi sabah, enkaz arasında eski bir defter bulundu. Üzerinde “1915 - Hasan Reşad” yazıyordu.

Elif defteri eline aldığında, satırlar arasında bir cümle gözlerine çarptı:

“İlahi takdir, insanın elinden düşen kalemi yeniden yazdırır.”

Bu defter, 1. Dünya Savaşı sırasında cepheye giden bir Osmanlı zabitinin hatıralarıydı. Yazdıklarında hem Tanrı’ya güven, hem de akıl ve iradeyle direnme vardı. Bu defter, geçmişten bugüne bir köprüydü.

Elif defteri Murat’a götürdü. İkisi sessizce sayfaları okudular. Murat, tarihî metinlere baktığında artık sadece satırları değil, kaderin çizgilerini de okuyordu.

6. Bölüm: Forumun Sorusu

Bu hikâyeyi buraya, bu foruma yazmamın nedeni de bu aslında. Çünkü “ilahi takdir” sadece bir inanç konusu değil; yaşamın içinde her gün karşımıza çıkan bir gerçeklik. Elif ve Murat’ın hikâyesi, tarih boyunca tekrar eden bir dengeyi anlatıyor:

Akıl ve kalp, strateji ve sezgi, irade ve teslimiyet.

Şimdi size sormak istiyorum:

Kader dediğimiz şey gerçekten önceden yazılmış bir senaryo mu, yoksa her gün yeniden yazdığımız bir mektup mu?

Belki de ikisi birden. Belki Tanrı, bize kalem vermiştir ama satır aralarını kendi elinde tutuyordur.

7. Bölüm: Sonuç ve Düşünce Çağrısı

İlahi takdir, pasif bir bekleyiş değil; insanın yaşamla işbirliği yapma biçimidir.

Tarih bize bunu gösterir: savaş meydanlarında dua eden asker, aynı zamanda strateji çizer; bir anne çocuğunu korurken tevekkül eder ama aynı anda mücadele eder.

Kadınların empatisiyle toplumlar onarılır, erkeklerin planlarıyla yön bulunur — ama her ikisi de, ilahi bir dengeye hizmet eder.

Belki de “takdir” dediğimiz şey, Tanrı’nın bizi hem düşünen hem hisseden varlıklar olarak yaratmasının bir sonucudur.

Ve her rüzgâr yön değiştirdiğinde, kader yeniden fısıldar:

“Yelkeni sen ayarla, rüzgâr benden.”